İşte Tezcan’ın önemli cümleleri:
Erdoğan’a avaz avaz bağırmıştım,
Edepsizliğimden dolayı özür dilerim dedim. Başbakan “Yoo ben teşekkür ederim” dedi,
Erdoğan ile. Bağrıştığımız, ağlaştığımız, gülüştüğümüz oldu,
Bir satırlık not dahi almadım,
Boğazımıza düğümlenen lokmaları gözyaşlarımızın yardımıyla yutabildiğimiz sayısız günler geceler yaşadık,
Abdullah Gül’ün Basın Danışmanı Ahmet Sever’in kitabından sonra Başbakanlığı döneminde 5 yıl Recep Tayyip Erdoğan’a Basın Danışmanlığı yapan Ahmet Tezcan sür manşetlik bir haber konusunu Gazeteye yazmak isteyince Erdoğan’ın, “Yok öyle, biz pazara kadar değil, mezara kadar sırdaşız!” dediğini bu nedenle anılarını yazmadığını söyledi.
Herşey Facebook adlı sosyal medyada Emine Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı Bilal Erdoğan’ın TÜRGEV Vakfının iftar yemeğinin fotoğraflarının Facebook adlı sosyal medyada Gazeteci Yazar Ahmet Tezcan’ın 3 fotoğraf yayınlaması ile başladı.
2 Fotoğrafta Tezcan Erdoğan’a doğru eğilip konuşuyor, 3. Fotoğrafta ise Erdoğan’ın yanına çökerek Emine hanım ile konuşuyordu. İşte bu 3. Fotoğrafa ben “çökmeseydin ağa” diye yazdım ve birkaç Gazeteci daha tepki gösterdi.
İşte bu tepkilere Tezcan, “ Yazmayacağım demiştim ama Ahmet Sever Abdullah Gül ile 12 Yıl kitabını yazınca vacib; Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Hâcegân İftarı’ndaki masa dile düşünce farz; bendeniz TÜRGEV İftarı’nda Ramazan tebriki için yanına gittiğim Cumhurbaşkanı ve hanımı ile üç beş kelam edeyim derken çömeldim diye Twitter ve Facebook’ta yemediğim hakaret kalmayınca farz-ı ayn oldu, yazacağım” diye yanıt verdi.
Tezcan’ın duygulu yanıtının tam metni şöyle:
“Basın Danışmanı olarak atandığım ilk günlerde, “Dönemin Başbakanı” Erdoğan, Resmi Konut’ta bir kaç danışmanı ile iftar ederken bir hadise anlattı ve ben suyun karşı tarafına geçtiğimi unutup bağırdım:
“Deyneği havaya atın, düşünceye kadar gasteci olayım!”
Çünkü anlattığı mesele sür manşetlikti. Çünkü 30 yıllık gazetecilik hayatımda belki iyi bir yazar olmuştum ama nerden bakarsan bak kötü bir muhabir idim, köşe yazılarımla yahut röportajlarımla manşet olduğum vakidir ama o gün ilk ve en sağlam kaynaktan duyduğum mesele gibi flaş flaş flaş’lık bir manşetim olmamıştı.
Deyneği havaya değil kafama attı Başbakan:
“Yok öyle, biz pazara kadar değil, mezara kadar sırdaşız!”
Beş yıl birlikte çalıştık Erdoğan ile. Bağrıştığımız, ağlaştığımız, gülüştüğümüz oldu ama bir satırlık not dahi almadım, fakat o beş yıl hafızamın çeperine adeta kazındı. Zaman zaman yazılıp çizilenleri görünce, “Yaz ulan, göster şunlara kendi yüzünü!” diye o çeperlere saldıranlar oluyor içimde ama pazar-mezar deyneğinin kafamdaki yeri zonkluyor, parmaklarımı klavyeden çekip kaşıntım geçsin diye kullanıyorum.
Şu paragrafta birilerinin kafasına takılacak kelimeyi tahmin edebiliyorum…
Bağrıştık evet… Rahmi Turan için… En sert muhalefeti yapan ve bugün olduğu gibi o günlerde de belaltı vuruşlarla manşet manşet çakan bir bulvar gazetesinin başındaki Rahmi Turan’ı 2004 Yerel Seçimleri kampanyasında Başbakan’ın uçağına davet ettim diye kızmıştı. Ben gerekçesini volümü yükselen bir tartışma halinde açıklarken, kenardan “Kendisiyle konuşuruz gelmez efendim” diyen olunca tepeme çıkan cinlerin fişteklemesiyle hiyerarşiyi ve âdâbı unutup “O gelmezse ben de gelmem” diye avaz avaz bağırmıştım.
Hadiseye İhlas Grubu’ndan ’den 5 gazeteci; Fuat Bol, Nuri Elibol, Mehmet Soysal, Murat Odabaşı ve Fevzi Kahraman şahittir. Herkes o gece kovulacağımı düşünüyordu, ben de öyle zannettiğim için erkeklik bende kalsın diye pardesümü giyip gitmelere kalkmıştım.
O gün danışman bugün milletvekili olan Mücahit (Ali İhsan) Aslan, kolumdan tutup zorla bir koltuğa oturtmuş, bırakmamıştı.
O orada kaldı, Rahmi Turan ertesi gün geldi, uçakta her konuk nasıl karşılanıp ağırlanıyorsa Başbakan tarafından, öyle karşılanıp ağırlandı ve son derece memnun ayrıldı, uçağa binmeden bana havaalanında söz verdiği gibi seçim sonuna kadar son derece güzel manşetlerle destek oldu.
Uçaktan inip eve dönerken Başbakan’a teşekkür edip “Geceki edepsizliğimden dolayı özür dilerim” dedim.
“Yoo ben teşekkür ederim” dedi. “Sen vazifeni yaptın, yapmasaydın asıl o zaman edepsizlik olurdu!”
TÜRGEV İftarı’nda Emine Erdoğan Hanımefendi’nin bir sorusuna cevap verebilmek için dizinden destek alarak çömeldiğim ve yine dizinden destek alarak kalktığım adam, Recep Tayyip Erdoğan budur!
O gün Başbakan’dı, bugün Cumhurbaşkanı…
O günden sonra çok bağrıştığımız, ağlaştığımız, gülüştüğümüz oldu. Ramazanlı, Ramazansız, iftarlı iftarsız, sahurlu sahursuz oturduğumuz sayısız fukara sofrasında boğazımıza düğümlenen lokmaları gözyaşlarımızın yardımıyla yutabildiğimiz sayısız günler geceler yaşadık…
Beş yıl boyunca kendisine bilgilendirme yaparken, oturuyorsa, onun boynu benim belim ağrımasın diye, çoğu zaman da defolu kare yakalamaya odaklanmış foto muhabirlerine malzeme olmamak için eğilmek yerine çömelmeyi tercih ettim. Kendisinin tabiriyle “sigarayı içenlerden değil, yiyenlerden” olduğum için, sigara kokusuyla rahatsız olmasın diye de çömelmişliğim; yanında yahut arkasında otururken bilmesi gerekeni söylemek yerine kağıda yazıp vermişliğim de olmuştur.
Lafı uzatmayayım…
TÜRGEV İftarı’nda Emine Erdoğan Hanımefendi’nin sorusunu cevaplamak için dizinden destek alarak çömeldiğim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; başkalarının gözünde nedir bilmem ama benim gözümde yeri geldiğinde bağrışacağım, ağlaşacağım, gülüşeceğim; kimi zaman kapıyı kapatıp “Size sizi şikayete geldim”; kimi zaman “Size kendimi ihbar etmeye geldim” diyebileceğim; tanıdığım ilk günden bu yana “1 Temmuz 1995 günü nikahımızı kıyar mısınız?” dışında nefsime dair hiç bir talepte bulunmadığım, fakat kendisine ilettiğim her meseleyi yeryüzünün en önemli meselesi gibi takip edip sonuçlandırmış; söylediğim yanlışını kabullenip, övdüğüm doğrusunu “asıl sahibine” havale ettiğine şehadet ettiğim adamdır.
Demem o ki;
İnsan olmanın biricik vasfı olan “Karar ve İrade”yi başkasının cebine koyup, el rüyasıyla amel ederek, inanç, irade, istikbal ve ikbal hırsızlığını kendilerini ebediyette kurtaracak biricik dini vecibe zannedenlerin, o adamı ve o adamla yakınları arasındaki münasebeti anlayabilmeleri mümkün değildir.
Bir şeye, bir yere, bir kişiye yahut bir fotoğrafa bakarken; savcı, avukat, yargıç gözlüğünü çıkaramayan, hakkaniyeti çöpe atıp eyleme değil adama muhalefeti marifet zannederek cehaletini başkalarını aşağılayıp örtebileceğini düşünen aydınlığı yamandıkları gölgelerden menkul ideolojik kölelerin de anlayabilmeleri mümkün değildir.
Evet; o masa suntadır ama bu kafa da mermer!
Faturası ne olursa olsun, sunta masalar, mermer kafalarda parçalanır, daima!
Saray’daki sunta masanın örtüsü kaldırıldığında kıçı görünen yalancı manşetörler, Okçular Tekkesi’nde yanına çömeldiğim masanın altını merak ededursunlar, akıbet örtü kalktığında görecekleri yine kendileri olacak!
Bendeniz; bu ülkenin sermaye imparatoru kabul edilen babasıyla aynı mekan içinde randevu notlarıyla görüşebilip, onun omzuna el koyana “Babama dokundun!” diye hayret edenleri; hiç anlayamadım!
Bugün CHP Milletvekili olan eski Ankara Temsilcisi ve Genel Yayın Yönetmeni’nin anlatımıyla “Herşeyi ve herkesi satış fiyatına göre değerlendiren” patronu “Vay anasını, ben bu kadar adam mı besliyorum şimdi!” diyecek korkusuyla; muhabirleri ve kameramanları binadan çıkarıp “Kaybolun, ortalıkta gözükmeyin!” kışkışıyla gönderen medya yöneticilerini de hiç anlayamadım!
“Gazetecilik biraz da merak işidir değil mi?” sorusuyla şişinip burnunun dibinde olup bitenleri sırf patronu ve onun çevresini ilgilendiriyor diye iğne ucu kadar sorgulayamayan tarafsızlığı semtinden menkul bölgelerin iğreti adamlarını da hiç anlayamadım!
Bugün sövdüğü adamdan dün randevu alabilmek için ara sokaklarda kıvrak bel hareketleri yapıp, patronunun Devlet’e olan bir kere ötelenmiş borcunu bir de iteletmek için aldığı 10 dakikalık randevunun 3’ncü dakikasında alı al moru mor çıkmış olmasına rağmen, ekranlara çıkıp pişkin pişkin fikir adamı pozlarında ahkam kesen çenesi düşük hayali güdük yazarları da hiç anlayamadım!
Fakat; bütün Dünya’yı karşısına almasına rağmen, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen o adamın dizinden destek alarak yanına çömelip konuşabilmenin mahiyetini onların anlayamamalarını çok iyi anlıyorum! Hayat böyle işte ne yapacaksın birader!
Herkes her şeyi anlamak zorunda değil!
NOT: Yazıyı bire bir kopyalayıp aldım.