“Bu ben değilim” diyemedim…

Emekli edilen Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü’den çok anlamlı veda mektubu geldi. 6 yıldır bu önemli görevi yürüten Özkürkçü, “Askeri kaynak lafından dolayı çok zor anlar yaşadım; ama ben sonuçta askerim, çıkıp açıkça haykıramadım; çoğu zaman “bu ben değilim” diyemedim, sadece sorumlu olduğum ilgili yerlere bilgi verdim ‘bu ben değilim’ dedim” diye yazdı.

Son bir yılda tam 1.157 adet (Bin yüz elli yedi ) e-mail (elektronik posta) gönderen 15 Temmuz darbe girişimi mağduru kahraman bir generalden bahsediyorum ki bu mesajların tamamını arşivledim.

İnanın 24 Saatin her dakikasında biz gazeteciler uyurken dahi mesajlarını göndermiştir. Özkürkçü’ye benim hakkım da anasının ak sütü gibi helal olsun.
Yeni yaşamında sağlık ve mutluluk dileyerek virgülüne dokunmadan “veda” mesajını aynen yayınlıyorum.

“Değerli Basın Mensupları,
Sizlerle 6 yıllık bir beraberliğin bugün itibariyle sonuna gelmiş bulunmaktayım. 2011 yılında Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığına (o zaman adı İletişim Daire Bşk.lığı idi) bir şube müdürü olarak atandığım ve ertesi yıl 2012’de terfi alarak Daire Başkanı olarak bu şerefli görevi devraldığım günden bugüne kadar beraberiz. Basına aşinalığım 1995-1996 yıllarına dayanıyor aslında; o nedenle çok uzak değildim basının büyülü, ilginç, meşakkatli, indili-çıktılı, vefalı ama zaman zaman da bir o kadar da vefasız, kaygan zeminli dünyasına…
1977’de çocuk yaşta Bursa Işıklar Askeri Lisesine girdim. 1981-1985 KHO, 1985-1986 Topçu ve Füze okulundan mezun oldum. 1986-1989 Ağrı’da; 1989-1992 Topçu ve Füze Okulunda şerefle görev icra ettim. 1992-1994 Kara Harp Akademisi öğrenimini müteakip mezun olup Kara Harp Okulunda Bölük Komutanlığı yaptım.

1995-1996 yıllarında Bosna-Hersek’te daha savaşın en acımasız şekilde sürdüğü yıllarda ZENİCA’daki Türk Tugayında Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Basın ve Sivil-Asker İşbirliği Şube Müdürü olarak görev yaptım. Serebrenica katliamından kaçıp bizlere sığınanlara koca bir çadır kent kurduk Zenica’da; iki bini aşkın insanı üç gece boyunca otobüslerle getirdik, yerleştirdik, yedirdik, içirdik Türk Devleti olarak. O insanları teselli ederken acının dibini, yüzlerini biraz güldürdüğümüzde de mutluluğun en güzelini yaşamıştık. Yerli ve yabancı basın da oradaydı. Basıncılığı birazcık orada öğrendim diyebilirim. Zenica’da ilk Türkçe radyo programını başlattık, kanal kiralama suretiyle. Belli saatlerde yayın yapıyorduk. Sonradan frekans tahsis ettiler, daimi yayına bile geçtik. Bu görevim süresince de hiç uyumadım diyebilirim; ama yorulmadım, severek çalıştım, çok güzel bir tecrübeydi benim için.

1996-1999 yıları arasında Genelkurmay Başkanlığında bir yıl Türk Yunan İlişkileri Daire Başkanlığı ve iki yıl da Savunma Planlama Daire Başkanlığında Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile koordineli olarak TSK modernizasyon projelerinin yürütüldüğü bir şubede görev yaptım. 1999-2002 döneminde Brüksel’de NATO ve AB kanadında Türk Büyükelçiliğinde çalıştım.

Diplomasiyi az çok burada öğrendim. İkiz kulelerin vurulması esnasında oradaydım. O ana  kadar terörizmle mücadelede, Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen ayak sürüyen, yeterli duyarlılığı göstermeyen NATO ve AB kanadındaki ülkelerce gösterilen tepkilere, yaklaşımlara şahit oldum. Ucunun kendilerine dokunduğunda bir anda şahin kesildiklerini ibretle gözlemledim.
2002-2004 yıllarında Silopi ÇALIŞKAN Üs bölgesinde İç Güvenlik tabur komutanlığı görevini icra ettim. 2003 yılında Irak’a müdahale planlamalarına katıldım; Zaho’ya ilk girecek tabur komutanı olarak. Emir geldi taburumun tamamını alarak yola çıktık ve o anda başka bir emir ile (TBMM kararı) bir saat sonra giremeden geri döndük.

Ardından (2004-2006) İstanbul NATO (3’üncü Kor.)’da iki yıl görev yaparak bu süre zarfında Afganistan’da ISAF VII döneminde Komutanın (Emekli Korg. Ethem ERDAĞI) icra subaylığını icra ettim. Çok özel tecrübeler edindim.

2006-2008 Genelkurmay’da Milli Strateji Şube müdürü olarak görev yaptım. O dönem ayda bir yapılan MGK toplantılarının tüm hazırlıklarına katıldım. Bu görevim esnasında da büyük tecrübeler edindim.

2008-2010 yılları arasında NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezinde 7 ülkenin subaylarına komutanlık/direktörlük yaptım. Terörizmle ve teröristle mücadelenin bütün boyutlarıyla ilgili olarak uluslararası arenada birçok çalıştay, kurs ve seminer düzenledik; silah arkadaşlarımla, Dışişleri Bakanlığı temsilcisi ve Emniyet teşkilatından üst düzey emniyet müdürleri ile beraber.

2010 yılında terfi beklerken olmadı. Bir yıl Kosova’da oranın Genelkurmay Başkanı (resmi adı Güvenlik Güçleri Komutanı) ve Milli Savunma Bakanına TSK adına millî danışmanlık yaptım. Sonrası 2011 yılında İletişim Dairede Şube Müdürlüğü ve 2012 Daire Başkanlığı sürecim zaten çoğunuz tarafından biliniyor.

Rahmetli babam emekli bir hava astsubayıydı ve kendimi bildim bileli bana şunu derdi: “Devlet namusumuzdur. Her daim devletini sev ve koru. Ona halel getireceklerle ölümüne mücadele et, korkma sakın. Allah seninle beraberdir. Kul hakkına da özel dikkat et, sakın ola kul hakkı yeme, Allah’ın karşısına kul hakkıyla çıkma.” Bu sözleri ilk duyduğum sıralar 6 veya 7 yaşlarındaydım. Babam 2009 yılında rahmetli olana kadar temcit pilavı gibi bu sözleri söyledi durdu. Ben de her seferinde sanki yeni söylüyormuşçasına ilgiyle kendisini dinledim; “Tamam baba artık ezberledim” demedim, dinledim. Babamın sözünü namus bildim ve bugüne dek öyle çalıştım; son dakikaya kadar. Şimdi ben de çocuklarıma söylüyorum…

Siyasi mülahazalardan kesinlikle uzak kalarak –ki öyle olması da gerekiyordu- Komutanlarımın verdikleri izin ve talimatlarla basın mensuplarıyla görüştüm. TSK hakkında yapılan eksik, yanlış ve/veya maksatlı haber ve yorumlara yönelik doğruları aktarmaya çalıştım elimden geldiğince.
Ama asıl önceliğim sizlere zamanlı ve doğru bilgiyi ulaştırmaktı. Teröristle mücadele operasyonlarına özellikle ağırlık verdim. Vurguladığım üzere sizlere zamanında ve doğru bilgileri vermeye gayret ettim. Genel Yayın Yönetmeni, haber müdürü, muhabir ayrımı yapmadım; zira hepiniz doğru bilginin peşindeydiniz. “Ben Daire Başkanıyım, sadece şunlarla görüşürüm” demedim.

Devletimi zora düşürebilecek durumlarda birçok geceyi uyumadan o olayla ilgili zamanlı bilgi almak suretiyle sizlere iletmeye çalıştım. Bazen ben de bilgi alamaz durumda kaldım; ama hepiniz buna saygı gösterip beni, bizleri sabırla beklediniz.
“Askeri kaynak” lafından dolayı çok zor anlar yaşadım; ama ben sonuçta askerim, çıkıp açıkça haykıramadım; çoğu zaman “bu ben değilim” diyemedim, sadece sorumlu olduğum ilgili yerlere bilgi verdim “bu ben değilim” dedim. Bazen bu yalan kaynak konusunda ilgililerden izin almak suretiyle bizzat telefon açarak sitemlerimi de ilettim. Hep açık sözlü oldum; yüreğimden ne geçiyorsa direkt söyledim, bundan da zaman zaman zarar gördüm.
15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi Genelkurmay Karargahında asker elbisesi giyen şerefsizlerce derdest edildim, direndim, mücadele ettim; bu esnada “devlet yalakası” denerek yüzlerini hayatımda ilk kez gördüğüm iki hainden şiddetli darplar aldım. O anlarda şahsım için zerre korku hissetmedim ama devletim için çok endişe ettim. Umarım ki bu şerden de devletimiz hayırla çıkacaktır.
Benim için asıl olan Devletimin bekasıdır. Devlet benim namusumdur; şimdi şerefimle, yüzümün akıyla görevimi devrediyorum. Bundan sonraki süreçte devletimin bir generali olarak değil, ama devletimin sadık bir neferi olarak yaşamaya devam edeceğim.
Emekli olduğum haberini alan siz vefalı arkadaşlardan çok güzel sözler, övgüler işittim hala bunları işitiyor ve çok mutlu oluyorum. Her kesimden benzer ifadeleri, övgüleri duymak bu yönde gösterdiğim çabaların en büyük ödülüdür bana; sağ olun, var olun. “Vefa” en çok önem verdiğim insani değerdir. Allah hepinize vefalı dostlar, dostluklar nasip etsin.
Yerime atanan silah arkadaşım 30 Ağustos itibariyle Tuğgeneralliğe terfi eden Mustafa Erkal KUZUOĞLU eminim ki benden devraldığı görevi daha da yukarı seviyelere taşıyarak icra edecektir. Kendisine yardımcı olacağınızdan şüphem yoktur. Ama şunu bir kez daha söylemekte yarar görüyorum. Daire Başkanı olan kişi kendi istediği zaman açıklama yapmaz, yapamaz, yazılı bir şeyi zinhar paylaşmaz, paylaşamaz. Anlık meydana gelen olaylardaki somut tespitleri belli sınırlar dahilinde paylaşabilir elbette, benim yaptığım gibi. Bu pencereden bakarak yeni gelen daire başkanını değerlendirir, kendinizi onun yerine koyarsanız, hakkaniyetli bir yaklaşım sergilemiş olursunuz ki anlayış göstereceğinizden de eminim.

Yerimi, makamımı kaybederim korkusuyla zinhar yalana, dolana başvurmadım; daire başkanlığı/danışmanlık görevim esnasında da komutanlarımdan azar işitme, bulunduğum makamı bile kaybetme pahasına hep gerçekleri söyledim. Yanlış veya eksik olduğunu değerlendirdiğim bir konuda Komutanlarımın hoşuna gitsin diye, savundukları düşüncelere de “çok güzel, muhteşem, doğrudur” demedim, yine doğru bildiğimi söyledim.Bu çok uzun süreçte maruz kaldığım haksız ithamları, yalanları ve vefasızlıkları artık bir kenara koyarak son sözümü söylüyorum; devlet anamdır, babamdır, eşimdir, kızlarımdır, namusumdur; devletime mutlak bir sadakat içinde hareket ettim, devletimi her kesime karşı sonuna kadar savundum. İkbal peşinde koşmadım, görevim süresince devletimin aleyhine olabilecek her şeye direndim, komutanlarımızı anında yanlış/eksikler konusunda bilgilendirdim, korkmadan doğru bildiğimi gerekçeleriyle arz ettim.

Hain darbe girişiminin merkezinde olan şerefsizlerden bazıları “aramızda husumet vardı, o nedenle bizimle ilgili böyle söylüyor” diye mahkemede açıklama yapıyorlar ama nedense o husumetin neden kaynaklandığını açıklayamıyorlar. O husumet eğer devletimi koruma adına koyduğum şerhlerden kaynaklanıyorsa –ki öyle- bu benim için büyük bir şereftir.
Vicdanen kendime ve Allah’ıma karşı çok rahatım. Basında birine A, diğerine B, ötekine C demedim; doğru olan neyse onu söyledim. Eğer ki sizlere bir nebze de olsa hakkım geçmişse sonuna kadar helal ediyorum, sizler de hakkınızı helal edin. Daha güzel, daha huzurlu ve mutlu ortamlarda görüşmek temennisiyle…
Hoşçakalın…”